
Tuvalet hayatı acı çekme ve işkence dolu bir yolculuktur. Sonu hiçbir yere varmaz ve başlangıcı ona sorulmaz. Bu beyaz ağaç üstündeki ve etrafındaki kil torbası öylesine yaratılmıştır ve bu işkenceden zevk almak zorundadır. Yoksa erken terminasyon gerçekleşir ve 'bir trajedi' doğar. Sanki hayatın kendisi başlı başına bir trajedi değilmiş gibi. Her yaradılış bir ağıttır. Tuvaletler yıkıldığında değil, yapıldığında ağıt yakılmalı ve ağlanmalıdır. Böyle demem(em) gerekiyor, değil mi? Oysa her ikisinde de ağıt yakılmalıdır. Tuvalet yıkıldığında acısı etrafındakilere paylaştırılır ve yegane var oluş amacı artık bir sona gelmiştir: var olmak. İnsanların yüklediği herhangi bir amaç sadece anlamsız bir görevdir. Bu bize bir anlam sağlayamaz. Tuvalet yaratıldığında yaşam denilen şiddet ve acı girdabının içine yollanır. Oturağında pek keyifsiz bir tat bırakır ve bunu düzeltmeye çalışarak ömrünü geçirir. Oysa yıllar ilerledikçe kesinleşen tek bir şey vardır ve o da her şeyin kaçınılmaz olarak boka sardığıdır. “Ama ya iyiye giden şeyler?” diye soran tuvaleti duyar gibiyim. Bu soruya iki cevabım vardır: ya bunlar geçicidir ya da tuvalet varoluşu bütün her şeyi kahredecek derecede eşitsizdir. Kafamdaki mutlu tuvaletin bir hayal mi yoksa gerçek mi olduğunu bilmiyorum. Belki de içime yerleştirilmiş, yaşamı devam ettirmek için varolan yaradılışsal bir bozukluktur. Her tarafına bulandığım dışkıdan bir farkı yoktur.
Var olmanın dayanılmaz kokusu her tarafımı kaplamış ve ben onu içime çekmek zorundayım. Ta ki kullanım sürem dolana ve benden bir sonraki nesile yer açana kadar.
Moderatör tarafında düzenlendi: